Önceki gün mecliste Cumhurbaşkanlığı Sistemi görüşülürken Başbakan Binali Yıldırım güzel bir konuşma yaptı.
Konuşmasında iki önemli cümle vardı. Bu cümlelerden birisi ülkem için bir Ali değil Binali feda olsun diyerek gösterdiği fedakârlık cümlesiydi. Ne de olsa bu sistem geçerse başbakanlığı bırakmak zorunda kalacaktı. O bunu hiç önemsemediğini belirtti.
Benim için en anlamlı cümlesi ise: “Erzincan’ın Refahiye ilçesi Kayı köyünden Topal Dursun’un oğlu Başbakan oluyorsa CHP’li birisi de çalışırsa Başbakan olabilir’ cümlesiydi.
AK Parti iktidarları bu millete ne verdi denilirse şüphesiz tek kelimeyle ifade edilebilir. O da özgüvendir. AK Parti hükümetleri bu millete kendine güvenmeyi öğretti.
Bu milletin çocukları hep itilmiş ve kakılmıştı. Rahmetli Erbakan Hocamla başlayan Anadolu çocuklarının isyanı Sayın Erdoğan döneminde zirve yaptı. Bu ezilmişlerin, garibanların, köylülerin, kimsesizlerin isyanıydı. Anadolu çocukları hep kenarda kalmıştı.
Tepeden inmeci beyaz Türkler ülkeyi her daim yönetmişlerdi. Para onlardaydı. Kültür ve sanat hayatı onlardaydı. Devletin yönetimi, siyasetin yönetimi onlardaydı.
Rahmetli Aşık Veysel bile kılık kıyafeti nedeniyle Ankara şehir merkezine sokulmamıştı. Bu milletin çocukları kılık ve kıyafetleriyle, yaşam tarzlarıyla hep yargılandılar. Bu memlekette yıllarca başörtüsü mücadelesi verildi.
Öteki ilan edildiler. Devlet hayatında önemli bir yere gelemediler. Çünkü kendilerine güvenleri yoktu. AK Parti iktidarları döneminde Anadolu insanını kendine güveni arttı. Bu durumun en güzel örneği Binali Yıldırım Bey’dir.
Topal Dursun’un oğlu önce Ulaştırma Bakanı oldu. Sonra Başbakan. Küçük Anadolu köylerinde yapılacak çok faaliyet olmadığı için hep insan kendi ile baş başadır.
O zaman ne televizyon var ne internet. Sırt üstü yatıp gökyüzünü seyredip hayale dalmaktan başka çareniz yoktur.
Ben de Kayseri’nin Ebiç Köyünde doğup büyüdüğüm için Binali Beyle kendimi aynı görüyorum. Bizim de ne elimizde vardı ne avucumuzda ya okuyacaktık ya da köyün başında kalacaktık. Çiftçilik ya da çobanlık yapacaktık.
Neyse ki Mevla’m nasip etti. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesini kazandık. Kazandığımız yıllarda Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Bey İstanbul Belediye Başkanı oldu. Bizim gibi gariban Anadolu çocuklarına burs verdi. O burslarla okuduk.
Binali Bey de çocukken hayal kurduğunu belirtiyor. Köylerinde geçen uçakları seyrederek hayale daldığını belirtiyor. Bu konuyla ilgili bir haberde şöyle yazılmış.
Başbakan Binali Yıldırım memleket ine gittiğinde burada da duygusal anlar yaşadı. Yıldırım, Erzincan’a her geldiğinde çocukluk günlerini, ovaları, soğuk suları, dumanlı dağları, sarıçam ormanlarını, biçtiği tarlaları, harman yerlerini, komşularını, acı, tatlı günlerini, depremlerin, afetlerin verdiği çaresizliği hatırladığını belirtti.
Çocukluğunda yaşadığı anısını da paylaşan Yıldırım, “Babamla tarlaya giderdik. O, çift sürerken uçak geçerdi. Ben sırtüstü yatar, hayal kurardım. Bu uçak nereye gidiyor? Keşke içinde ben de olsam. Öyle hayal uzar, giderdi. Allah nasip etti.
Bize sorumluluk alma şerefini verdi ve hava yolunu halkın yolu haline getirdik. 14 senede hava yolu, halkın yolu oldu” diyerek çocukluk yıllarındaki hayalini gerçekleştirmenin nasip olduğunu belirtiyor.
Gerçekten ülkemizin her yerine uçakla gidiyoruz. Dolmuşa biner gibi uçağa biniyoruz. Bu durumun temel nedeni Binali Bey’in çocukluk yıllarında kurduğu hayaldir. Binali Bey’e sormak lazım acaba Başbakan olmayı da hayal ediyor muydu? Hayalleri bu kadar geniş miydi?
Öyle ya da böyle bu devlet, bu ülke bize büyük hizmet kapıları açtı. Çalışınca, gayret gösterince yolunuz açılıyor.
Binali Bey bu ifadeleriyle Anadolu çocuklarına hedef gösteriyor. Hayal kurmayı öğretiyor. Ve hepsinden önemlisi bu hayallerin gerçeğe dönebileceğini gösteriyor.
YENİ AKİT KÖŞE YAZISI
SİNAN BURHAN
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.