Özellikle İslam coğrafyasın da yaşayan yoksul insanlar toplumda sosyal
dışlanmaya maruz kalır iken bu durumdan da en fazla çocuklar etkilenmektedir. Ülkemizde ve
özellikle şehrimizde geçim sıkıntısı kaynaklı boşanma ve dağılmış aile sayısı son dönemde hızla
artmıştır. Durumu maniple ederek ahlaki çözülmelere neden olan bazı insan hurdaları, toplumun
farklı ahlaksızlıkların dibine doğru hızla yol almasına da sebep olmaktadırlar.
Yoksul insanların depresyon, şiddet ve suç, gecekondulaşma, marjinalleşme gibi önemli sorunlara
muhatap oldukları yakıcı bir toplumsal gerçektir. Uluslararası raporlara göre, dünya nüfusunun beşte
biri uluslararası yoksulluk sınırlarının altında yaşamaktadır. Dünya Bankası kişi başına günlük 1 dolar
kazancı "uluslararası yoksulluk sınırı" olarak kabul ediyor. Yazık ki günümüz dünya nüfusunun beşte
biri günde kişi başına 1 dolardan daha az, 2.5-3 milyarı ise günde 2 dolardan daha az gelire sahiptir.
En nihayetinde aslında insanlar ekonomik olarak eşit bir şekilde yaratılmamışlardır. Her toplumda
fakirler de vardır, zenginler de. Tezatlıklarda hayatı görüyoruz.. Esasen toplumun ahenkli işleyişi için
bu farklılık bir bakıma da gerekmektedir. Çünkü herkes aynı ekonomik güce sahip olsaydı toplumda
insanların faydalanacağı birçok işleri yapan çıkmayacak, bu durumda da insanın yaşaması zorlaşacaktı.
Eğreti oturur masaya, beyaz giyer kış günü!
Son dönemlerde sınır komşumuz Irak ve Suriye’de yaşanan katliamlardan yani Dar’ul Harp’ten kaçıp
ülkemize yerleşen mültecilerin sayısı bir hayli artmış durumdadır. Allah yardımcıları olsun. Kendi
halkına bunu reva görüp yaşatanları da Cenab-ı Allah ıslah eylesin. Birilerinin felaketi diğerinin asla
saadeti olmayacaktır! Bir Osmanlı geleneğinin devamı olarak mevcut hükümetimiz bu insanlara ev
sahipliği yapıp ülkemizin kapısını açar iken, misafirperver Türk halkıda gönlünü sonuna kadar açtı.
Türkiye’nin tarihte mültecileri kabul etmesi ve ‘’güvenilir bir liman’’ olarak görülmesi konusunda çok
şükür ciddi ve şanlı bir geçmişi bulunmaktadır.
Geçmişten gelen bu gelenek 14. Yüzyılda Yahudileri Osmanlı topraklarına kabul etmeyle başlamıştır.
Ülkemiz, çok sayıda millete, Ahıskalılar, Uygurlar, Bulgaristan ve Bosna-Hersek’ten iltica eden
insanlara ev sahipliği yapmıştır. En son Çin zulmünden kaçıp Kayseri’ye yerleşen Uygur Türkleri de
bunun en sıcak örneğidir. Osmanlı Dar’ul İslam’ın dışında da çeşitli ırklardan dinlerden insanlara da
hiçbir ayrım gözetmeden zor günlerinde onlara sahip çıkabilmek için hep yanlarında olmuştur.
Hayat bayatlar değerler değersizleşir..
Peki savaştan kaçmak zorunda kalmış bir çok sıkıntılara duçar olmuş, düzenlerini bozup ülkemize iltica
eden ve şehrimizde misafir ettiğimiz bu insanlara karşı ne kadar duyarlıyız? Özellikle trafik ışıklarının
bulunduğu hemen hemen her kavşakta ve cami çıkışlarında (ağırlıklı Suriyeli) bu insanlarla çok sık
karşılaşıyoruz. Çoğu kez görmezden geliyor bir kağıt mendil bile almaktan imtina ediyoruz değil mi?
Ya da verdiğimiz üç beş kuruşla üzerimize düşen görevi yaptığımızı düşünüyoruz.
Öyle ya şehrimizin kalabalık caddelerinde dilenen çocukların arasında yürümek artık iyice zorlaştı.
Yaşlı dilenen insanlar adeta insanın koluna yapışıyor. Adamlar üç kuruşluk bir şeyi satmak için uzun
uzun yanınızdan yürüyor. İlk geldikleri günle bugünkü tavır ve tutumlarındaki farkı hissedebiliyor
musunuz? Artık yalvarıp yakarmıyor, bir müslüman olarak adeta bizden hesap soruyorlar. Helalinden
kazanacakları bir ekmek için küçükte olsa iş istiyorlar. Çünkü açlar..! dilenmiyor, kardeşlerinden
haklarını istiyorlar.
İnsan onuru için Ensar olabilmek..
Ortada yaşanan kocaman bir travma var. Şimdi sorumlulukları daha fazla kuşanmak vakti… Hadi sizde
omuz verin! Aslında yardımlaşma ile pek çok şeyi başarabiliriz. Empati yapmamız onlarla hemhal
olmamız birçok şeyi halledecek! Onları istemeyerek terk ettikleri ve çok fazla özledikleri toplumsal
yaşamlarına, vatanlarına geri döndürüp normalleştiremez isek te acılarına ortak olup bir nebze
dindirebiliriz. Ve biz biliyoruz ki; Peygamber efendimiz (s.a.v), “Komşusu açken tok yatan bizden
değildir. Yanı başında komşusu açken tok yatan kimse iman etmiş olamaz.” buyurmuştur.
Yoksulların bu yardımlaşma sayesinde nasıl normal varlıklı insanlar haline geldiğinin en güzel örneği
İslam tarihinde hicret sonrasında yaşanmıştır. Bütün varlığını Mekke'de bırakarak Allah rızası için
Medine'ye hicret eden muhacirlere, Ensarın yaptığı yardımlar, aralarındaki sevgi ve kardeşlik bağlarını
zirveye ulaştırmıştır. Muhacirlere göre daha varlıklı olan Ensar, Müslüman kardeşlerin yoksul
yaşamalarına izin vermemiş, onların da kendileri gibi insan onuruna yaraşır bir hayat yaşamalarına
zemin hazırlamıştır.
Ülkemizde özellikle son yıllarda, yoksullukla mücadelenin bir rant alanına döndüğü de aşikârdır. İyi
niyetli kuruluşları destekleyecek Dünyanın her yerine tabi ki yardım elimizi uzatacağız. (İHH’nın
çalışmalarını bu anlamda çok önemsiyorum). Fakat ülkemizde vakıf, dernek, cemaat adı altında kime
ve neye hizmet ettiklerini tam olarak ta bilmediğimiz bazı kötü niyetli kuruluşlar bu ve benzeri
insanların haklarını adeta gasp etmektedirler. Babasını oğluna düşman eden bu adamlar, öyle
kafalarımızı yıkadılar ki burnumuzun dibinde kıvranan kendi yoksullarımızı unutup milyonlarca
kilometrelerce uzaklardaki hiç tanımadığımız insanlara yardım etmek için adeta yarışıyoruz! Bu ve
benzeri çalışmalar çoğu zaman derde derman olmadığı gibi hastalıklı bir sürecin de kapılarını açıyor.
Sadakaya dönüşen yardımlar, onursuzlaştırılan yoksullar, kalpleri erimiş, vicdanları kanamış umudu
tükenen insanlar…
Evet dostlar son tahlilde pek tabi insanlar ekonomik olarak eşit bir şekilde yaratılmamışlardır. Her
toplumda zenginler de vardır fakirler de... Aslında toplumun bir düzen içinde işleyişi için bu farklılık
bir bakıma da gerekmektedir. Çünkü sosyal bir varlık olarak yaratılan insanların birbirleriyle ilişki
içinde olmaları, yardımlaşmaları ancak bu farklılıkla mümkündür. Öte yandan herkes helal rızkını elde
etmek için çalışmak zorundadır. Allah kiminin rızkını genişletir, kiminkini de daraltır. Ancak zenginlerle
yoksullar arasındaki uçurumu kapatmak için de varlıkların fakirlere "Zekat" vermesini farz kılmıştır.
Zekat ve sadaka malı zarardan ziyandan korur. Allahü Teala bir ayeti kerimesinde; ‘’İman edip güzel
amellerde bulunanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve zekatı verenler; şüphesiz onların ecirleri
Rablerinin Katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.’’ (Bakara Suresi, 277)
Bu formül ile hem yoksullar onurlu bir hayat seviyesine ulaşabilir, hem de iki tabaka arasındaki
çatışma potansiyeli, sevgi, şefkat, saygı ve kardeşliğe dönüşür. Kur'an'ın bu çözümü ‘’Dünyadaki
yoksulluğu’’ ortadan kaldıracak kadar etkili bir yoldur.
Kardeşliği, merhameti, şefkati, yardımlaşmayı unutmayalım. Şu üç günlük dünyada kimse ateşi
harlayıp durmasın! Hak aşığı Yunus Emre ne güzel söylemiş “Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk
sahibi, mal da yalan mülk da yalan, var biraz da sen oyalan’’…
Allaha emanet olun, kalın sağlıcakla..
Twitter: @MK19038 / Facebook: muzaffer.kahraman19038
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.