Tarih, sadece savaş meydanlarında kazanılan zaferlerin kronolojisi değildir. Tarih, aynı zamanda teknolojiye hükmedenlerin ve yeni stratejiler geliştirenlerin yazdığı bir destandır. Aziz milletin binlerce yıllık serüvenine baktığımızda, bu gerçeği kristal netliğinde görürüz.
Türkistan bozkırlarında başlayan demir ustalığıyla savaş aletleri üretmek, sadece bir zanaat değil bir hayatta kalma stratejisiydi. Türkler, at üzerinde hareket halindeyken isabetli ok atabilmek için demirden yaptıkları “üzengiyi” icat ettiklerinde, dünya harp tarihini değiştirdiler. Ancak asıl devrim, “kompozit yaydı”. Batı’nın hantal yaylarıyla kıyaslanamayacak kadar uzun menzile ve vuruş gücüne sahip bu teknoloji, süratli ve dayanıklı atlarla birleşince, durdurulamaz bir güce dönüştü. Onları ne Çin Seddi durdurabildi ne de Malazgirt Ovası'nda Roma’nın mağrur orduları. Bu zaferler sadece bilek gücüyle değil, üstün savaş teknolojisi ve stratejik zekâyla kazanıldı.
Teknoloji Üreten Kazanır
Bu genetik kod ve kompozit yayların kullanımı, Osmanlı ile zirveye taşındı. Ancak bu yeterli değildi; çağ değişiyordu. Ateşli silahlarla tanışan ecdat, dönemin en ileri teknolojisine sahip toplarını dökerek İstanbul surlarını yerle yeksan etti. Fatih, İstanbul’un Fethi’yle adına "yeni çağ" dediğimiz barut çağını başlattı. Tüm savaş stratejileri yeniden yazıldı. Orduda yeni sınıflar ihdas edildi. Çağlara uzanan düne dair ne kadar tecrübe varsa yeniden yorumlandı. Doğu’dan gelen ve eskide kalmış süvari taktiğinde ısrar eden Akkoyunlu Uzun Hasan’ı Otlukbeli’de, Safevi Şah İsmail tehdidini Çaldıran’da bertaraf eden güç, yine bu teknolojik üstünlüktü.
Denizlerde de durum farksızdı. Barbaros Hayrettin Paşa’nın Preveze’de Haçlı donanmasını dize getirmesi; denizcilik dehası yanında, Andrea Doria’nın gemilerinden çok daha uzun menzilli ve etkili toplara sahip olmasındandı. Hayrettin Paşa, elindeki teknolojik üstünlüğü dâhiyane bir savaş stratejisiyle uyguladı.
Rehavetin Bedeli
Ancak zamanla "biz en iyisiyiz" rehaveti baş gösterdi. Bir devlet kendini kuran fikriyatı, ihlasını, gayretini ne kadar diri tutar ve yeni koşullara kendini uyarlayabilirse, o kadar uzun dönem zirvede kalır. Osmanlı da bir zamanlar öncülük ettiği teknolojiyi, içine düştüğü rehavet nedeniyle üretmek yerine satın almaya başladı. İşte o zaman gerileme başladı. İkinci Viyana Kuşatması’ndaki başarısızlığın üzerinden yıllar geçtikten sonra, Osmanlı ordusu Humbaracı Ahmet Paşa eliyle Fransız tipi “Sürat Topçuları”nı kurmak zorunda kaldı. Yani harp sanatındaki öncülüğümüz artık geride kalmıştı.
İnebahtı’da donanmamız yakıldığında, Haçlıların top teknolojisi ve top menzili daha gelişmiş durumdaydı.
Tarih bize acı bir ders veriyor: “Savunma teknolojilerini geride bırakan, coğrafyayı da bırakır.”
KIZILELMA: Yeni Çağın Kompozit Yayı
Bugün Türkiye, o rehavet uykusundan uyanmıştır. Batı’nın uyguladığı ambargolar, ABD’nin hava savunma sistemlerini vermemesi, F-35 projesinden çıkarılmamız ve CAATSA yaptırımları; bizi yeniden kendi göbeğimizi kesmeye mecbur bıraktı. İyi ki de öyle oldu.
Bayraktar KIZILELMA’nın, bir insansız savaş uçağı olarak milli havadan havaya füzeyle hedefi vurup dünyada bir ilke imza atması, uyanışın en somut nişanesidir. Bu başarı; bir metal yığınına can vermek değil, yıllardır üzerimize serpilmiş 'biz yapamayız' ölü toprağını da silkelemektir. Bugün KIZILELMA'yı uçuran irade, 'Devrim' arabalarının deposunu boş bırakıp yolda bırakan o eski vesayetçi zihniyeti ve yıllar boyunca milli harp sanayiine darbe vuranları da tarihe gömmüştür.
KIZILELMA, bugünün "kompozit yayı", Fatih’in “şâhî topu” gibidir. Kendi hava savunma sistemimiz SİPER, kendi savaş uçağımız KAAN ve İHA/SİHA’daki dünya liderliğimiz, sadece birer mühendislik başarısı değil, bu coğrafyada var olma senedimizdir.
Endülüs ve Türkistan Uyarısı
İçinde bulunduğumuz coğrafyada zayıf düşen bir ülkenin ayakta kalma şansı yoktur. Müttefik dediklerimizin insafına güvenmek ise gafletin en büyüğü olur.
Eğer biz bu teknolojileri geliştirmezsek, direnç gücümüzü kaybedersek, Ukrayna’yı nasıl pazarlık masasına yatırdılarsa, Türkiye’yi de öyle yatırmak isterler. "Nasıl olur?" demeyin. 800 sene semalarında ezan okunan Endülüs’ten geriye ibretlik birkaç saray kaldı. Binlerce yıllık Türk yurdu Türkistan coğrafyasında bugün Rusça resmi dil olarak konuşuluyor. Rusya’nın ilhak ettiği Orta Asya steplerinde menşeleri ve dilleri unutturulan Türk boyları var. Bugün sadece belgesellere konu olan tarihi bir araştırma konusuna dönmüş durumdalar.
Memleket olarak uyanık ve güçlü olmak zorundayız. KIZILELMA’nın başarısı, bir füze testinden çok daha fazlasıdır. Endülüs olmamak, Türkistan gibi erimemek için verdiğimiz beka mücadelesinin göklerdeki imzası olmuştur.























