• BIST 11311.99
    • Altın 5039.847
    • Dolar 41.3959
    • Euro 48.8681

      BM’nin vicdanı

      Refik Tuzcuoğlu

      Birleşmiş Milletler’in bu yılki Genel Kurulu, belki de en ironik temayla açıldı: “Birlikte Daha İyi”. Oysa dünya, Gazze’de iki yıldır devam eden soykırım nedeniyle tarihin en vicdansız dönemlerinden birini yaşıyor. İşte bu ahlaki çöküşün merkez üssü olan New York’ta, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “kıdemli lider” olarak çökmüş küresel sisteme karşı adaletin ve insanlığın sesi olmaya hazırlanıyor.

      BM’nin içine düştüğü acziyeti görmek için uzağa bakmaya gerek yok. Hakkında soykırım kararları ve tutuklama talepleri olan katil Netanyahu, yine o kürsüden meydan okuyacak mı göreceğiz. Bugüne dek yüzlerce BM kararını hiçe sayan, BM tesislerini bombalayıp 250’ye yakın görevlisini katleden, BM Tüzüğü’nü delegesinin elinde paçavra gibi yırttıran bir terör devletinin liderinden bahsediyoruz. Bu tablo, BM’nin artık kendisi için bir “varlık-yokluk sınavı” ile karşı karşıya olduğunu gösteriyor.

      İşte Türkiye, bu çürümüşlüğün tam ortasında vicdan muhasebesini gündeme taşıyacak. Bu meydan okuma ve sadece Gazze’deki mazlumların çığlığını dile getirmekle kalmayacak, aynı zamanda bu adaletsiz düzenin temellerini sarsacak somut bir adımı da dünya gündemine taşıyacak. İsrail’in, BM kararlarını sürekli çiğnemesi ve soykırım suçu işlemesi nedeniyle gerekirse İsrail’in BM sisteminin dışına itilmesi dahil, daha önce görülmemiş sertlikte yaptırımlar gündeme getirilebilir. Bu, “Dünya Beşten Büyüktür” isyanının sadece bir slogan olmadığını, somut bir siyasi eylem planına dönüştüğünü gösteren tarihi bir adım olur.

      Elbette Türkiye bu mücadelede yalnız değil. Ankara’nın yıllardır yaktığı bu adalet meşalesi, artık küresel bir vicdan hareketine dönüştü. Avustralya, Kanada, İngiltere ve Portekiz’in de Filistin Devleti’ni resmen tanımasıyla bu sayının 150’yi aşması, uyanışın en net kanıtıdır. Ortada coğrafi bütünlüğü İsrail tarafından yutulan bir Filistin kaldıktan sonra bu ‘tanımaların’ ne anlam ifade ettiği sorgulanabilir elbette. Bir Arap deyimi var; “Ba’de harâbi’l-Basra” diye, yani “Basra harap olduktan sonra”.

      Geç de olsa bu küresel uyanışı anlamlı bulmak mümkün. Bu uyanışın stratejik adımları Batı başkentlerinden çok, bizzat bizim coğrafyamızda atılıyor. Yıllardır ABD güvenlik şemsiyesine sığınan bölge ülkeleri artık kendi güvenliklerini sağlamak zorunda olduklarını kavramış durumdalar. İşte tam da BM toplantılarının yapıldığı bugünlerde, Doğu Akdeniz’de Türkiye ve Mısır donanmaları, “Dostluk Denizi-2025” (Bahr el Sadaka) tatbikatı için bir araya geliyor.

      Doğu Akdeniz’de yan yana yüzen Türk ve Mısır savaş gemileri, sadece bir tatbikat yapmıyor; bölgenin geleceğine yönelik yeni bir arayışı ilan ediyor. Bu, yıllardır Batı ve İsrail tarafından dayatılan enerji ve güvenlik denklemlerini yırtıp atan tarihi bir hamledir. Sisi’nin “düşman”çıkışının ve Suudi-Pakistan Paktı’nın ardından gelen bu tatbikat, ABD’siz ve İsrail’e rağmen yeni bir bölgesel güvenlik mimarisinin kurulacağına işaret. Tarihe not düşeceğimiz tatbikat; Yunanistan’ın hayallerine, İsrail’in pervasızlığına ve ABD’nin bölgedeki vahşi kontrol gücüne bir itirazdır.

      Bu tatbikatı daha da anlamlı kılan ise, aynı denizde aynı anlarda Gazze’ye umut taşıyan sivil ‘Sumud Filosu’nun da yol alıyor olması. Bir yanda iki ülkenin donanmaları ‘sert güç’ ile bölgenin yeni güvenlik mimarisini çizerken, diğer yanda küresel vicdanın temsilcisi olan sivil gemiler ‘yumuşak güç’ ile İsrail’in gayrimeşru ablukasını delmek istiyor. Bu, dünyaya verilmiş çok net bir mesajdır. Türkiye’nin askeri gücü de, sivil vicdanı da aynı anda, aynı dava için Akdeniz’de.

      Mesaj, sadece Batı’ya yönelik değil. Aynı zamanda yeni bir dünya düzeni iddiasındaki Çin ve Rusya için de bir samimiyet testi. İspanya ve İrlanda gibi ülkeler bedel ödemeyi göze alıp İsrail’e karşı net bir tavır sergilerken, Pekin ve Moskova’nın hâlâ “düşük maliyetli” eleştirilerin arkasına saklanması söylemlerindeki samimiyeti sorgulatıyor.

      Tabii ki, bu tarihi mücadelenin kaderi sadece BM kürsüsündeki konuşmalarla çizilmeyecek. Asıl kritik viraj, 25 Eylül’de Beyaz Saray’da gerçekleşecek olan Türkiye ve ABD liderleri arasındaki görüşme olacak. Türkiye’deki bazı muhalif çevreler, konuyu F-35 veya Boeing alımı gibi teknik detaylarla boğmaya çalışsa da, meselenin özü daha da derin.

      Masadaki asıl mesele, uçaklardan ziyade bölgenin geleceği. Ankara, Evanjelik-Siyonist lobinin en güçlü olduğu Beyaz Saray’da, Trump’a “İsrail’in hadsizliklerine” ve Suriye’deki “terör devleti projesine” son verilmesi gerektiğini söyleyecektir. Mevzu, uçak pazarlığından ziyade bir beka mücadelesi.

      Sonuç olarak, Türkiye’nin New York ziyaretini, üç ana cephede toplamak mümkün. BM kürsüsünden ahlaki ve vicdani bir haykırış, Beyaz Saray’da stratejik ve siyasi bir çerçeve ve tüm dünya başkentleri için bir samimiyet testi. Türkiye, bu hamleleriyle sadece içinde bulunduğumuz coğrafyanın değil, aynı zamanda adalete susamış milyarlarca insanın umudunu savunacaktır.

       

       

      Bu yazı toplam 32 defa okunmuştur.
      • Yorumlar 0
      Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
      Yazarın Diğer Yazıları
      Tüm Hakları Saklıdır © 2010 Kayseri News | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
      Tel : 0000 000 00 00